Cumartesi

ENGİN ARDIÇ TV DİZİLERİNİ YAZDI


Sizi dizi sizi...
Bugün ‘yerli dizi’ deyince, gecekonduda oturanlara seslenen ilkokul müsamereleri akla geliyor. Ya da dıngıl yarışmaları.

Gazeteler de, patron aynı zamanda televizyon sahibi olduğundan, bu dizileri parlatma çabalarına ağırlık veriyorlar (emir demiri keser) ve Türkiye’nin beğeni düzeyinin büsbütün yerlere düşmesine büyük katkıda bulunuyorlar.

Tıpkı bazı arkadaşların da ‘lumpen haber bülteni’ yaparak yıllar boyu onca emek verdiğimiz televizyon haberciliğinin içine sıçtıkları gibi.

Azıcık ‘daha kaliteli’ diziler tutmuyor, azıcık ‘daha ince’ espriler ‘geçmiyor’ seyirciye. Perran’ın oynadığı ‘Şehnaz Tango’ bile ağır kalmış, yayından kaldırılmıştı, çünkü Perran gibi bir halk sanatçısı bile gecekonduya zor gelmişti.

Lumpen kültürü, gitti gitti, dizileri, faşoların bayıldığı vur kırlı mafya paçavralarıyla geri zekalı mahalle karılarının sevdiği salak aşk hikayeleri arasına sıkıştırdı.

Bu rezil ortamda ‘Kaynanalar’ dizisi bile iş yapmıyor artık. Çünkü ‘sitcom’ tabir edilen ‘durum komedisi’ tarzı bile gecekonduya ağır kaçıyor. Bu diziden anlamak ve hoşlanmak için hiç olmazsa ilkokulu bitirmiş olmak gerekiyor ama, varoşlarda eğitim ortalaması yalnızca üçüncü sınıf.

Bir son bölüm daha oynatıp bitireceklermiş. Şaka maka tam otuz yıl olmuş başlayalı...

Olmuştur vallahi. O sıralar doğanlar bugün çoluk çocuk sahibi yetişkin insanlar, fakat bizim de dün gibi kulaklarımızda çınlıyor Nööri Gantar’ın ‘ümüğünü sıkarım’ cümlesi, ‘Tiiicen’ falan, kılıbık Timur, Kantar’ın salak yeğeni (‘daaaayı!’)...

Moruklar hatırlayacaklardır, tıpkı bunun gibi, kırk yıl önce de İstanbul Radyosu’nda Selçuk Kaskan’ın ‘Uğurlugil Ailesi’ dizisinin hastası olmuştuk... O daha da şehirli, daha da durmuş oturmuş bir radyo oyunuydu tabii. Bugünkülere oranla ‘çok Osmanlı’ kalır. Orada artık orta halli de olsa konak yaşamı, ‘Arap bacı’ falan vardı.

‘Kaynanalar’, bir halk güldürüsüydü.

Fakat onun seslendiği halk bugün aristokrat gibi kaldı.

Çünkü o dizi, alt gelir grubundan şehirliye, ya da şehire geleli bir miktar zaman geçmiş, artık azıcık ‘yerleşmiş’ eski kasabalıya yönelikti. ‘Fan fin fondan anlamayan’ vatandaşa da susuz çölde vaha gibi geliyordu.

Tipler ve olaylar sapına kadar yerliydi. Aslında dizide sinsi bir ‘zengin propagandası’ yapılıyor, Nuri Kantar canı sıkıldıkça gidip gidip torunlarına apartman dairesi alıyordu ve biz de buna çok bozuluyorduk ama, halkın sınıf değiştirme özlemine cuk oturan, kısacası ‘Türkiye’yi çok iyi tanıyan’ bir çalışmaydı bu. Alaturka-alafranga zıtlaşmasını, halkın alafrangaya tepkisini çok güzel yakalamış ve işlemiş, hatta sömürmüştü. Şimdi bu zırva bile Shakespeare gibi kalıyor bu ülkede...

Dizi, otuz sene sürmez.

Dizi, sinema filmine oranla daima ‘ikinci sınıf’ bir iştir ve daima daha alt düzey seyirciye yöneliktir ama birtakım ‘işlevleri’ de vardır. Görevlerinden biri seyirciyi haftanın belirli gün ve saatlerinde ekrana bağlayıp yapımcısına para kazandırmaksa, bir diğeri de alt tabakaya bazı temel bilgileri, hadi bilgi demeyelim de, ‘görgüleri’ aktarmak, bir çeşit eğitim yapmaktır.

Örneğin ‘doktor dizileri’, ‘avukat dizileri’, ‘polis dizileri’ halka, o ülkede bazı temel kurumların ve sistemlerin nasıl işlediğini öğretirler çaktırmadan. Çalışan ve koca bulamayan mutsuz hanımlarımızın pek sevdikleri Ally McBeal çarçuru bile, mükemmel bir ‘Amerikan muhakeme usul hukuku’ dersidir.

Fakat otuz sene de sürmez.

Bütün ‘takip filmlerinin’ kaçınılmaz şekilde ilkinden daha kötü olmaları kuralı gibi, bütün dizilerin de ilk on beş bölümden sonra boku çıkar. Ama parası tatlı geldiği için sürdürülür.

Örneğin o anlı şanlı ‘Dallas’ dizisi, dört yüz elli değil de dokuz bölüm çekilseydi, ‘Amerikan kapitalistlerinin içyüzünü ‘anlatan muhteşem bir dramatik belgesel sayılacaktı... Uzadığı için mahalle karısı eğlencesi oldu.

İlle dizi istiyorsanız, Star’da ‘Biz Boşanıyoruz’ dizisine takılın da (bakın ben de kendi şirketimin reklamını yaptım!), bizim arkadaşların o müsamere kepazeliklerini, o dıngıl yarışmaları, o paçavra eğlenceleri nasıl makaraya sardıklarını, nasıl tatlı tatlı dalgalarını geçtiklerini görün... Hem bol bol güler, hem de memleketin durumuna belki üzülürsünüz.

16.07.2004

Hiç yorum yok: