Pazartesi

METİN ERKSAN:" KAMERAYI KALEM GİBİ KULLANDIĞIN AN SİNEMA YAPARSIN"

Bu sevimli, kibar, güler yüzlü, tatlı dilli, nur yüzlü, eski İstanbul beyefendisi tonton delikanlının adı Metin Erksan... Türk sinemasının uluslararası ödüllerle tescilli efsane yönetmeni, senaryo yazarı, düşün adamı...

Yener’ciğim, ‘Yılanların Öcü’nün sansürde başına bir şey geleceğini biliyordum. Onun için sansür heyetinin toplandığı günün gecesi karar açıklanmadan filmi Çankaya’da Cemal Gürsel’e göstermeyi kafama koymuştum. BeYa Film’in Ankara temsilcisi, çevresi olan bir emekli albaydı, benim de yaverler arasında tanıdıklarım vardı. Sonunda her şey halloldu, Gürsel Paşa için özel gösteriyi ayarladım. Gittim, salona perde kurulmuş, en öndeki bir masada Cemal Gürsel tek başına oturuyor. Rakısını yudumluyor, masanın üstünde kavun ve beyaz peynir var. Onun arkasındaki sırada Genelkurmay Başkanı, kuvvet komutanları, MİT başkanı gibi erkan eşleriyle birlikte oturuyor. Onların arkasındaki sırada ise ben, Fakir Baykurt ve film şirketin sahibi Nusret İkbal var. Gösteri saat 21 civarında başladı, hepimiz merak ve heyecanla sonucu bekliyoruz; derken film bitti, salonda çıt yok. Cemal Paşa, hepimizin elini tek tek sıktıktan sonra bana dönüp ‘Bu filmi yapmakla vatana hizmet ettkiniz’ dedi. Paşanın sansürden çıkan gösterimi men kararından haberi yok. Öteki sivil ve askeri erkanın da bizi tebrik etmesinden sonra Gürsel beni yanına oturttu; saat tam gece yarısı, çaylar içiliyor; bana dönüp dedi ki ‘Metin Erksan senin filmlerini çok seviyorum, sana gerçekçi rejisör diyorlar ama, o kadar da gerçekçi değilsin’ dedi. O anda Fakir’le göz göze geldik, ikimiz de şaşırmıştık. ‘Yahu filmin içindeki bütün adamların ense kulakları yerinde, halbuki bizim köylümüz çelimsizdir, zayıftır. Bunda sonraki filmlerinde buna dikkat et’ dedi. Konuşmasını bitirdikten sonra söz isteyip ‘Paşa hazretleri, bugün sansür kurulu bu filmi seyretti ve filmin Türkiye içinde ve dışında gösterilmesini yasak etti’ dedim. Bir gürledi, ‘Ne münasebet, kim bu serseriler’ diyerek ayağa kalktı. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterine ‘Yarın sabah erkenden bu adamlara telefon et, bu filme izin versinler’ dedi. Genel Sekreter ‘Paşam ben de filmi seyretmedim’ demesin mi? Allah’tan o sırada CHP Ankara Senatörü İbrahim Saffet Omay ve CHP Ankara Milletvekili Sabit Kocabeyoğlu ortak bir takrir verdi. ‘Bu filmi Senato ve Meclis’in bir ortak toplantısında oynatıp kararı biz verelim’ diye. Dünyada ilk kez olacak bir şeydi, sevinçten öldüm. Hemen İstanbul’a dönüp çok büyük bir organizasyon hazırladım. Tünel’den Taksim’e kadar muazzam bir yürüyüş yapacaktık. İçişleri Bakanı Ahmet Topaloğlu bunu duyunca filmin yurt içinde gösterilmesine izin verdi.

Kötü oyuncu yoktur kötü yönetmen vardır

Bugüne kadar hiç kimseye oyunculuk teklif etmedim, hep bana yapılan tekliflerini değerlendirdim. Bana müracaat eden kızlara ilk söylediğim ‘Evinde tencere kaynıyorsa devam et evladım, kaynamıyorsa bu iş muhataralı’olurdu.

Eğer bir oyuncu oynayamıyorsa bunun kabahati kesinlikle rejisördedir. Kötü oyuncu yoktur, kötü yönetmen vardır.

Bugüne kadar hiçbir partiye oy vermedim

Atatürk’ün en güzel filmini bence Steven Spielberg çeker, kendisine çok ayrıntılı kronoloji verilecek. senaryoyu o yazacak. Atatürk’ü en güzel Brad Pitt’in çok iyi oynayacağına inanıyorum. Atatürk gibi çok yakışıklı, sarışın, hoş bir adam.

Türk sineması denince ilk akla gelen Muhterem Nur olmalı. Son derece yetenekli bir kadın, onu değerlendiremedik, yazık oldu. Müslüm’le beraberliği beni çok bahtiyar ediyor, birbirlerine karşı olan aşkları, samimiyetleri ne güzel.

Bugüne kadar hiçbir seçimde herhangi bir siyasi partiye oy vermedim. Sandığa attığım kağıtlarda Kuran’daki şu ayet yazılıydı; ‘Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu.’

Aramızda çok büyük dostluk ve arkadaşlık olmasına rağmen Kemal Tahir’in hiçbir romanını çekmek kısmet olmadı.

Bütün yönetmenleri tereddütsüz başarılı buluyorum ama, son dönemde Osman Sınav gözüme çok batar oldu.

Hülya Avşar son derece yetenekli, Türk sinemasına gelmiş belki en yetenekli kadın, müthiş. Hülya’nın sinema oyuncusu olarak dünya çapında yeteneği var.

Troya filmini beğenmedim, neyse ki yapımcıları namuslu davranıp ‘Homeros’un İlyada’sından sadece ilham aldık’ demiş. Truva’daki asıl mesele, Paris ile Helen’in arasındaki büyük aşktır. O aşk ki, dünyanın çehresini değiştirmiş, büyük savaşlara neden olmuş. Bu filmde bu yok, Aşil’in Truvalı bir kızla aşkı var, Aşil’in böyle bir aşkı yok ki. Benim en son şirketimin adı Troya Film’di, 1965’te ‘Truvalı Halime’ diye bir film çekecektim, geri planda Truva Savaşı olacaktı.

YAPTIĞIM Hiçbir filmi beğenmiyorum

- Ben hiçbir filmimi sevmiyorum ve beğenmiyorum. Maalesef asistanlık yapmadan kendi isteğimle doğrudan yönetmen oldum. Çıraklık yapsaydım daha iyi rejisör olurdum, büyük hata etmişim. O zamanlar beğenmiyordum kimseleri, keşke Muharrem Gürses’in asistanı olsaydım. Öyle olsaydı filmlerin trajik ve dramatik boyutlarını çok çabuk algılardım, bunun öğrenmek çok yıllarımı aldı. Yazar kalemiyle yazıyor, kamerayı kalem gibi kullandığın an sinema yapıyorsun. Kamerayı ben ancak şimdi kalem gibi kullanmayı öğrendim, eskiden bilmiyordum.
röportaj:YENER SÜSOY/HÜRRİYET

Hiç yorum yok: