Salı

LÜTFİ AKAD:"SİNEMA AKILLI USLU İNSANLARIN İŞİ DEĞİL"

Yaklaşık 90 senelik sinema tarihimizin en etkin, en yoğun dönemlerine damgasını vuran Lütfi Akad'ın geçtiğimiz günlerde İş Bankası Kültür Yayınları'ndan çıkan anı kitabı "Işıkla Karanlık Arasında"da 57 yıllık sinema serüveninin her evresini görmek mümkün. Türk sinema tarinde "kamerayı sokağa indiren adam" olarak tanınan Akad, geçiş döneminden sonra sinema kökenli yönetmenlerin ve oyuncuların ağırlık kazandığı ve sinemacılar dönemi olarak anılan 1952-1963 arasında ilk öne çıkan isimdi. "Vurun Kahpeye" isimli filmiyle gerçekten büyük başarılar elde eden Akad, "Kanun Namına", "İpsala Cinayeti", "Öldüren Şehir", "Beyaz Mendil", "Meçhul Kadın", "Meyhanecinin Kızı" gibi sayılamayacak kadar çok filmiyle sinema tarihimizin klasikleri arasında yerini aldı.

Sinema akıllı işi değil!
Kitabının girişinde "Sinema işine hiç ama hiç girmeyi düşünmedim" diyen Akad, o zamanlar sinemaya tiyatrocuların ek bir iş olarak baktığını yazıyor. Hemen her satırında sinemanın akıllı uslu bir insan işi olmadığını vurgulayan Akad, "Bellek denen seksen altı yıllık o yıkış tıkış istiften sinema ile ilgili silinmemiş im'ler ayıklayıp yazmaya çalışacağım. Bunlardan bir sonuç çıkarmak, bir yoruma varmak işim olmayacak. Söyleyebileceğim tek şey şu: 'İşte elli yedi yıllık sinema serüvenimin, hayatında ışıkla karanlık arasında bıraktığı izlenimler bunlar."' diyor. 57 yıllık sinema geçmişinde çok şeyler yaşadığını yazan Akad, "O günler farkında olmasak da yeni bir sinemanın kuruluş sürecinin başlangıç günlerindeydik. Her şey bir deneme, arama havası içindeydi. Serüven dolu, sancılı, ateşli, iyimserliklerle dolu coşkulu günlerdi o günler." diye yazıyor. O dönem sinema yapanları 'gözü kara bir kuşak' olarak nitelendiren Akad, "Eski sinemacıları ne parasızlık, ne teknik eksiklikler, ne de işteki bilgi yetersizliği yıldırıyordu. Sinema yıllar önce Amerika'da olduğu gibi yeni baştan keşfedildi." diyor kitabında.

Kalemi de güçlü...
Kitabının daha ilk satırlarında onun usta bir yönetmen olmasının yanında usta bir yazar olduğunu da sinyallerini alıyor okuyucu. Kitap, Türk sinema tarihinin son elli yılının neredeyse bir özetini sunuyor. Akad o dönemin gerçeklerine de dokunuyor zaman zaman. Yılda iki-üç film çekmezse geçinemediğini yazıyor kitabında. "Şimdiki dönemle kıyaslayamam bile. Aldığım en yüksek yönetmenlik parası 20 bin liraydı. Ancak üç film yaparsam yılı kurtarabiliyordum. Şimdinin yönetmenlerinin şartları başka. Şimdi yönetmen senaryoyu yazıyor koltuğunun altına koyuyor, parayı, sponsorları kendileri buluyor. Haliyle daha çok kazanıyorlar." Akad'ın yazdıkları, pek az anı kitabında rastlayabileceğimiz türden anlatımlarla dikkat çekiyor. Kendisini yazmasına rağmen egonun olabildiğince geri çekildiği, öğreten kişi tavrının takınılmayıp öğrenme sürecinin aktarıldığı bir anlatım dikkat çekiyor. Lütfi Akad, kitabında kendi sinemacılık serüvenine bir belgeselci titizliği ile yaklaşıyor. İnsanların beynine "suskun-bilge" imgesiyle yerleşen Akad'ın muhtemelen kendini en geveze bulduğu bu uzun soluklu sohbetini okurken "sözcüklerle" değil "yaptıklarıyla" konuşan bir ustanın gözünden sinemamızın tarihi de aydınlanıyor.

Hiç yorum yok: