Cuma

"SENARİSTE VERİLEN DEĞER"

2005'in soğuk karlı kış günleri yerini lodosun ılık esintisine bırakmıştı. Y.T. Ekibi, ikinci sınıf televizyon kanallarından birine yazmış olduğu bir üçüncü sınıf TV filmini daha yapımcı firmaya yaklaşık bir ay önce teslim etmişti. Üçüncü sınıf TV filmi ise yaklaşık iki hafta önce bir perşembe akşamı yayınlanmış, tekrarı da pazar günü gösterilmişti. Dördüncü sınıf bir yönetmenin sürekli garip değişiklik taleplerini geri çevirememiş olan ekip, ancak altıncı versiyondan sonra senaryoyu kabul ettirebilmişti. Bu sırada n dakika olan film önce 1.5xn dakikaya dönüştürülmüş, daha sonra tekrar n dakikaya geri çevrilmişti.

Elbette ki Y.T. Ekibi tüm bu değişiklikleri "aman ilişkimiz bozulmasın" gibi saçma sapan ve bu sektör için pek de anlam taşımayan bir düşünce tarzıyla bedelsiz yapmıştı.

O güne kadar al gülüm ver gülüm şeklinde süregelen senarist-yapımcı-yönetmen üçgen ilişkisi, bir sonraki üçüncü sınıf TV filmi için ekibin çok beğenerek verdiği senaryonun beğenilmemesi ile önce 90 derece, kısa bir süre içinde de 180 derece dönüverdi. Arada 135 ve 150 derece kademeleri de geçildi.

Y.T. Ekibi bu beğenilmemiş senaryo üzerinde yönetmenin istediği ve kendilerince kibarca "saçma", açık yürekli olmak gerekirse "deli saçması" diye nitelendirilebilecek değişiklikleri yapmayı reddetti ve "senaryonun bu hali güzeldir" diyerek teslim etti. Aslında yönetmen "ben size bunları öneriyorum, ama yapmak zorunda değilsiniz, size doğru geleni yapın" diyerek kendilerine bir açık kapı bırakmıştı.

Elbette ki o teslim anından itibaren artık ne ikinci sınıf televizyon kanalı ne de dördüncü sınıf yönetmen tarafından bir daha aranmadılar. Zaten aranıp hal hatır sorulmasını beklemiyorlardı, ancak verilen işin kabul edilip edilmediğini öğrenmeye de hakları olduğunu düşünüyorlardı, safça.

Senaryonun beğenilmediğini ve çekilmeyeceğini öğrenmek için Y.T. Ekibi'nin bu kişileri defalarca araması, ve genellikle açılmayan telefonun bir ara açılacağının tutması gerekiyordu.

Şansları varmış ki, bir gün öyle de oldu.

Hikayenin bundan sonraki bölümü ise, haftalar önce yayınlanmış olan bölümün parasının tahsil edilmesi gibi, hayli gurur kırıcı bir hal aldı. Herkesin tahmin edebileceği gibi televizyon kanalı, asla Y.T. Ekibi'ni arayıp borcunu ödemek gibi bir girişimde bulunmadı. Ancak ekibin bir sanatçı kişiliğine pek de uyuşmayan ısrarcı tavrı sonucunda, zaten piyasa ederinin yaklaşık beşte birine yaptırdıkları işin ödemesini iki hafta daha sonra yapmayı kabul ve beyan ettiler.

FLASH BACK

Yeni evlenen bir çift mobilyacılar çarşısında gezmiş ve salon, yemek takımı almışlardı. Ancak bu mobilyaların belli bir tarihte teslim edilmesi gerekiyordu, malum yeni evli çift, portakal sandıkları üzerinde oturarak yaşayamazdı. Tabii ki, emniyetli olsun diye gereken tarihten 15 gün öncesine sipariş verildi. Ancak mobilyacılar mobilyaları 15 gün öncesine, 12 gün öncesine, 8 gün öncesine ve 3 gün öncesine yetiştiremediler. Yeni evli çift çok zor durumdaydı. 2 gün kala mobilyalar geldi, onca koşturmacanın arasında, verdikleri siparişten bambaşka gelen eşyaları geri gönderdiler. Haliyle de çok sinirlendiler.

Neyse efendim, parça parça gelen mobilyalar asla istedikleri gibi çıkmadı. Ama sonuçta bunun bir de ödeme kısmı vardı. Bu yüzden yeni evli erkek, borcu olan miktarı önce ödemedi, 5 gün sonra ödeyeceğini söyledi. 5 gün sonra, İkitelli'deki mobilyacısına "Mecidiyeköydeki ofisime gel, ödeyeyim" dedi. Adam oraya kadar gelince de borcunun beşte birini ödedi, gerisini bir hafta sonra verebileceğini söyledi, ve böyle böyle bir zaman diliminde intikamını almış oldu. Mobilyacı ona kötü hizmet ettiği için bu şekilde ona "köpek muamelesi" yapmaya hakkı vardı.

FLASH BACK SONU

O güne kadar ödemelerini hep banka havalesi olarak alan Y.T. Ekibi, bu son filmin ödemesini almak için cehennemin dibi gibi bir uzaklıktaki televizyon kanalına çağırıldılar. Ayrıca bu ödemeyi almak için "falanca televizyon kanalına filanca filmi yazdım ve bundan ötürü hiçbir hak talep etmediğim gibi, kanalın çeşitli yollarla uğrayacağı zararın tarafımdan karşılanacağı, hatta televizyon kanalı uygun gördüğünde pozisyon alıp arkamı dönebileceğim..." şeklinde uzayıp giden bir metnin noter tasdikli olarak getirilmesi talep edildi.

Y.T. Ekibi o güne kadar, örneğimizdeki mobilyacının yaptığı hiçbir şeyi yapmamıştı. İşlerini hep gününde teslim etmiş, son olaylı senaryoda dahi dördüncü sınıf yönetmenin istediklerini yapamadıkları için bin defa özür dilemişti. O halde neden böyle bir muamele ile karşılaşıyorlardı?

Y.T. Ekibi kendisini sanatçı sanıyordu, böyle ucuz taktiklerden anlamıyordu.

Ekip, istenilen günde televizyon kanalını aradı ve ödemenin yapılabileceğini karşı taraftan teyid ettirdikten sonra cehennemin dibine gitti. Ancak burada kendilerine ofis-boy muamelesi yapıldı, odaya filan alınmadılar, üstelik paraları da verilmedi, oysa sadece bunun için gitmişlerdi oraya. "Bankaya parayı yatırıyoruz bakın, cep telefonunuza mesaj gelecek, ha geldi mi, tamam şimdi siz parayı aldığınıza dair belgeyi imzalayın" şeklinde sözlerle oradan sepetlendiler.

Ancak ikinci sınıf televizyon kanalı bu kadarla kalmamış, söyledikleri miktardan daha az bir parayı yatırmışlardı. "Ah kusura bakmayın şu anda nakitimiz yokmuş" dediler.

Bütün bunlar mobilyacı-yeni evli çift hikayesini bizlere anımsattı, paylaşmak istedik. Ama Y.T. Ekibinin, mobilyacı ile özdeşleştirilemeyeceği gibi, ikinci sınıf televizyon kanalının da saf ve temiz yeni evli çift ile özdeşleştirilmesi imkansızdı.

Bütün bu yaşananlar için "öyle yapmamalıydınız, kendinizi böyle korumalıydınız" şeklinde öneriler getirilebilir. Çoğu doğru öneriler olacaktır. "Beğenmiyorsanız neden yazdınız" da denilebilir. Ancak hikayenin ana fikrinin bu olmadığını düşünüyoruz. Ayrıca bu hikayeyi okuyan her yüz senaristten doksan dokuzu benzer birşey yaşamıştır.

Hikayemiz, senaristlikten hiç anlamayan bir yönetmenin senaryo üzerinde ahkam kesebilmesi ve konunun sadece rating ve maddi gelir kısmıyla ilgili olması gereken televizyon kanalı yöneticisinin ilişkisi bittiği anda karşısındaki insanı başka bir canlı türü yerine koyması ile ilgili. Hikayemiz, haklarımızı koruyan bir derneğin ya da yasanın olup olmaması ile ilgili değil, bu sektörde neden böyle garip insanların var olduğu ile ilgili.

Bu yapılan sonuçta bir ticarettir, ve ticaretin hiç bir alanında karşınızdaki size zarar vermediği sürece onu ezmez, ona hakaret etmez, onu aşağılamazsınız. Bu, herşeyden önce insanlık göstergesidir, ama insanlığın çok daha ötesinde, günün birinde karşınızdakine işiniz düşebilir, bundan korkarsınız. Ya da onun çevresi tarafından adınızın kötüye çıkmasından çekinirsiniz. Bir iş için onun size yaptığı teklifi kabul etmeyebilir, onunla çalışmayabilirsiniz. Ama altı ay çalıştığınız bir firmayla artık çalışmama kararı verdiğiniz andan itibaren onu tabiri caizse eşek yerine koymazsınız.

Bu hataları yapan bir işletmenin piyasada uzun süre yaşaması mümkün olmamalı. Eğer sadece insani değerleri düşük ise, kaybetmeleri zaten doğal, ama sadece akılları kıt olduğu için yapıyorlarsa, yazık. İkisi birden geçerli ise... Diyecek hiçbir şey yok!

Bu tür bir işletmeye taşeronluk yaparak geçimini sağlamaya çalışan küçük(!) senaristlerin ise vah haline.

Düzen belli, üzen belli, üzülen belli.

Sadece paylaşmak istedim.

Sevgiler

B. Şaylan
info@yazitahtasi.tk

not: Bu kadar uzun bir yazıyı yayınlamayı düşünür müsünüz bilmem, ama hepsi sitenizde yayınlanabilir!

1 yorum:

Adsız dedi ki...

BENCE MUSTAFA KARNAS MADDİ SIKINTILAR YÜZÜNDEN BÜYÜK psikolojik sıkıntılar İÇİNDE! Tahminimce sıkıntılarını çözebilmek için gözüne çarpan ve aklına gelen her yolu denemeye kararlı gibi görünüyor. Bir süredir kendisinin sitede yayınlanan yorumlarını okuyorum ve elde ettiğim sonuç ne yazık ki bu.

Önce Sen-der'in senaryo yazım dersleri fikrini kendisine yontup, orada yer alan bir çok ünlü ve usta isim yerine, adını ilk kez bu sitede duyduğum, hiçbir filmini izlemediğim "Mustafa Karnas'ın tercih edildiğini" kendi kaleminden yazılmış tanıtım mahiyetinde bir yazıda görüyoruz.

Peki oldu diyelim, bunu yedik, olabilir...

Hemen ardından 5 milyon dolar bütçeli filmine, ilk önce 200 ardından 2000 ytl biçiminde düzeltilmiş ortaklar aradığını görüyoruz... (Bu da şık ve Hollanda da uygulanan bir yöntemdir. Ancak devlet kanalıyla farklı bir sistemde)

Burada soru işaretleri başlıyor;

1) Sevgili Mustafa Karnas, bu 5 milyon dolar (yaklaşık 6,875,000 ytl) bütçeli filmi, hangi baba yiğit yönetmen yönetecek? Öyle ya 5 milyon dolarlık (don lastiğinin akmadığı) bu seti, kime emanet edeceğiz?
2) Bir biletten 2 doların kazanıldığı ve ülkemizde şu ana kadar gora'nın ulaştığı maksimum 4 milyon seyirci sayısına ulaşabilmek için, 1 milyon dolar ve üstü ücret alabilecek hangi oyuncularla çalışacağız? Bu oyuncuları hangi güç ikna edecek? diyelim ikna ettik o zaman bu 5 milyon dolarlık bütçe ne oldu? (Burada önerim, sevgili karnas'ın senaryosunu bu ciddi havadan cem yılmaz'ın başrolünü oynayacağı bir komedi filmine çevirmektir.)

3) 1 milyon doları bizden buldun diyelim geri kalan 4 milyon doları kim verecek? Sen mi vereceksin? Bu parayı senin koyamayacağın ortada, hadi benim gibi işbilir bir sayesinde Eurimajdan 200 bin euro aldık, kültür bakanlığı da helalinden bir 200 bin ytl verdi. Birde tv satışı yaptık yine işbilir bir kişi tarafından kanal d ye 150 -200 bin dolara verdik. benim hesabımda hala bu 5 milyon tamamlanmadı.

Sonuç:
Dolayısıyla kanaatim, senin gerçekten böyle hayaller kurucak derece sıkıntıda olman.
Yazdığın film hikayeni de okudum... Bütün popüler amerikan filmlerinin (öykünme karakter isimleriyle özellikle kuşçu yusuf, tarkan) kolajlandığı, süslü sahnelerin arkasına saklanan ama sinema tarihi açısından değer taşıyacağına inanmadığım karakter derinliklerinden yoksun, süslü sahneler arkasına saklanmış alelade bir film hissi uyandırmıştırdır bende. Aksiyon olsun da her şey yer gibi bir mantık taşıdığı hissimi mazur gör.

Böyle bir öykü yazan birinin ise Eğreti Gelin filmine yapmış olduğu aşağılayıcı atıfları da hiç beğenmedim. Film çok başarısız olabilir, ama senaryonun taşıdığı önerme ve anafikir çevresinde kesinlikle özgündür.
Oysa senin fikrini okuduğumda, bu film çekilecek olsa ikinci bir DÜNAYAYI KURTARAN ADAM faciyasıyla karşı karşıya kalacağız demekten kendimi alamıyorum.

TAMAM İŞ HAYAL SATMAK ama onun bile bir ölçüsü var. Trantino ve R.Rodrigez gibi bir çok örnekte olduğu gibi, her sinemacı önce hayallerini gerçekleştirilebilecek ölçeklerde tasarlayıp, büyük uçuşlardan kaçınarak yola çıkmışlardır. Terminatör'ün Truva'nın, Yüzüklerin Efendisi'nin hayallerini kuran milyonlarca çocuk, üzgünüm ama bunlara benzer bir çok hayali kahraman ve olaylarla dolu oyunlarla parklarda oynamaktadır.
Senin bu 5 milyon dolarlık fikrinin çocukların oyun anlayışından ne farkı kaldı şimdi?

Kanımca romanlar yazmaktasın, kalem sınırlarında herşey mübahtır. Tebrik ederim bir romanda yayınlamayı başarmışsın, ama bu yolla sinema dünyasına kafadan ve büyük bir giriş yapabileceğin düşüncesini çıkarmalısın.

Bunun yerine en kolay yolla yapılabilecek, fakat en özgün ve en güçlü anlatımı sağlayabilecek senaryoları yazmayı denemeni tavsiye ederim. Belki O zaman peşinde sürükleyebileceğin, sana inanmış, 500 tane kendisini enayi gibi hissebilecek insan yerine, sonuna kadar arkanda olacak gerçek destekçiler bulacağını düşünüyorum.
Bütün bu sitedeki arkadaşlara tavsiyem, arkadaşımız sanırım çok zor durumda, onu maddi sıkıntılarından kurtarabileceğimiz bir yol düşünelim... hemen herkes kendisinin elinden bir kaç romanını satın almaya başlaya bilir, mesela:)
Sevgiler.