Cumartesi

AVRUPA YAKASI'NIN SENARİSTİ GÜLSE BİRSEL BİR YAŞINA DAHA GİRDİ!...NİCE YILLARA!



Hayatımın en tuhaf doğum gününü geçirmekteyim. Bu gazeteyi elinizde tuttuğunuz gün, benim doğum günümden iki gün sonrasına denk gelecek. Ve büyük bir ihtimalle, ben hâlâ bir kutlama yapmamış olacağım. Yanlış anlamayın. Doğum günü, evlilik yıldönümü gibi günlere sinirlenen, inat edip kutlamayan tiplerden değilimdir. Hatta şimdiye kadar 10 kişinin altında doğum günü kutlaması yaptığımı da hatırlamam. Bu sayı, dönem dönem 60-70'e kadar çıkmıştır.



***

Fakat içinde bulunduğum ahval ve şeraiti anlatmak istiyorum. Geçtiğimiz gün, Avrupa Yakası'nın çekimleri sırasında, oyuncu arkadaşlarım sokaktaki ilgiden bahsediyorlardı. Hepsi, daha üçüncü bölüm yayınlanmasına rağmen sokakta tanındıklarını, seyircinin büyük ilgi gösterdiğini, hatta bazı repliklerin tekrar edildiğini anlattılar. (Bu arada, şu anda rating'ler geldi, yine AB grubunda birinciyiz, sağolunuz!) Kendi kendime şöyle düşündüm:
"Bana niye sokakta kimse diziyle ilgili bir şey söylemiyor?" Ve acı gerçeği kavradım: Ben dizinin birinci bölümünden beri evden çıkmıyorum! Yani evden sete, setten eve! Restoran, kafe, ev gezmesi, sinema, sokak, alışveriş merkezi, çay bahçesi, muhallebici yok! Tam bir aydır böyle. Geçtiğimiz günlerde, aniden çok sevdiğim bir restoranın, çok sevdiğim bir yemeğini ölesiye istedim! Kalk git ye, değil mi? Restoran Beyoğlu'nda sonuçta. O iki saati kaybetmeyi göze alamadım ve o yemeği tabaklarla falan eve getirttim. Sağolsun restoran yetkilileri tanıdıktı, ve bunu hoş bir lüks olarak algılayıp, anlayış gösterdiler. Halbuki, ne lüksü?!


***

Efendim bugün benim doğum günüm. Ve inanın geçen yılların aksine, bu sabah birileri arayıp kutlamasaydı, onu da unutacaktım. Ne eskiden yaptığım gibi bir parti organizasyonu, pasta modelleri, doğum günü kıyafeti, ne bir heyecan. Unuttum gitti. Kendime bir günlük tatil vermeye karar verdim. Sokaklarda dolaşmak, alışveriş yapmak, bir-iki arkadaş görmek için. Derken acı gerçekle karşılaştım: Gazeteye yazı yollama günü! Ne var ki saat iki olmuştu ve artık çok geçti.

Bu yazı böyle bir ruh halinde yazılıyor. Gözüm kapıda vallahi! Geçen gün "Burn out syndrome" diye bir hastalık okudum. Yani "yanıp tükenme sendromu"! İşkolik insanlar, kendilerine çok fazla yüklenip yüklenip, bir sınırı geçince de tamamen dağılıp salaklaşıyor, hiçbir şey yapmak istemiyorlarmış! Bugün de gezip dolaşıp dağıtmazsam, yakındır ha! En büyük korkum da yazla ilgili: Ya o işten başka şey düşünmeyen, plajda bile çalışan, başka bir şey konuşmayan, denizin menizin tadını çıkarmayan, hatta tatilde hastalanan tiplerden olursam? Görüyor musun bak ne hallere düştük? Siz Avrupa Yakası'nı, g.a.g.'ı seyredip, haha hihi gülün yine... Bizim halimizi soran yok!

Hiç yorum yok: